Uluslararası Kooperatifler Birliği kooperatifi, “Ortak ekonomik, sosyal ve kültürel ihtiyaçlar ve istekleri, müşterek sahip olunan ve demokratik olarak kontrol edilen bir işletme yoluyla karşılamak üzere gönüllü bir araya gelen insanların oluşturduğu özerk bir teşkilat” şeklinde tanımlıyor. Bu tanımlamayı özetlemek gerekirse kooperatifler, birlikte hareket etme, dayanışma ve sorunlara ortak bir çözüm platformu olarak açıklanabilir. Toplumumuzda tarihi, Mithat Paşa’nın “Memleket Sandıkları” adıyla kurduğu yapılanmaya kadar uzanan kooperatifler, bugün üretimi arttırma, gıdadaki kayıpları önleme, daha sağlıklı besinlere ulaşma ve en önemlisi hem üretici hem de tüketici için daha ekonomik koşulların sağlanması adına hayati önem taşıyor ve gıda sektörünün gündeminde de “kooperatifleşme” ilk sıralarda yer alıyor.
Kooperatifleşme yeni nesle yabancı bir kavram gibi gelse de aslında kooperatiflerin tarihimizde, özellikle de Cumhuriyet tarihinde tarımsal kalkınma açısından önemli bir rolü var. Serbest piyasa ekonomisi ve özelleştirmelerin ardından kooperatifleşme faaliyetleri önemini yitirdi, tarım ve hayvancılık faaliyetleri de sekteye uğradı. Yakın bir geçmişe kadar tarımsal faaliyetleri ve yer altı kaynakları bakımından dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden biri olan Türkiye, bugün ne yazık ki pek çok ürünü ithal ediyor. Devlet gerekli hamleleri yaparken gıda sektörü de tüm paydaşlarıyla birlikte duruma çözüm aramaya devam ediyor. İşte böyle bir ortamın ilk gündem maddesi de elbette “kooperatifleşme”. Zira kooperatifleşme, yardımlaşma ruhunu taşıyan toplumumuzda, birlikte hareket etmenin ve dayanışmanın en önemli kurumsal yapılarından biri.
Kooperatifler: Bir Demokrasi Alanı
Kooperatif tarihinin insanlık tarihi kadar eski olduğu biliniyor. Özellikle Türk toplumlarında birlikte çalışma ve ortaklaşa iş yapma şeklinde görülen dayanışma faaliyetleri, dönemsel olarak imece, lonca veya ahilik gibi isimler aldı ve yaklaşık 150 yıldır etkin olarak işleyen kooperatifçilik ilkeleri çerçevesinde yürütülüyor. Piyasa mekanizması içinde kooperatifler, sermaye birikimini sürekli kılarak bazı mal ve hizmetlerin sunumunda ve isteminde ortaklarının pazarlık gücünü arttırmada, ekonomik büyümeye katkıda bulunmada, “üretim ve bölüşüm” sürecini birbirleriyle ilişkili kılarak ekonomik tıkanıklığı aşmada, dev firmalar karşısında rekabeti korumada ve piyasaların yapısını ve işleyişini düzenlemede önemli görevleri yerine getiren kuruluşlar… Kooperatifler, piyasa tercihlerine ve karar alma süreçlerine katılan eşit konumdaki üyelerce denetlenen demokratik kuruluşlar olarak üyelerin eşit oy hakkına sahip olması (her üyeye bir oy hakkı) ve kooperatifin üyelerin katılımı ile birlikte yönetilmesi şeklinde anlaşıldığında, demokrasinin kültür ve anlayış olarak gelişeceği bir platform olarak da karşımıza çıkıyor. Kooperatifçiliğin dünyaca tanınan düşünürü Warbasse, kooperatifleri şöyle tanımlıyor: “Kooperatifçilik sosyal bir kültür olmanın yanı sıra faaliyet ve hedefleriyle tek başına bir demokrasi alanıdır.” Uluslararası Kooperatifler Birliği ise kooperatifleri “Ortak ekonomik, sosyal ve kültürel ihtiyaçlar ve istekleri müşterek sahip olunan ve demokratik olarak kontrol edilen bir işletme yoluyla karşılamak üzere gönüllü olarak bir araya gelen insanların oluşturduğu özerk bir teşkilattır” şeklinde tanımlıyor.
Kooperatifçiliğin 7 İlkesi
1. Gönüllü ve herkese açık ortaklık: Kooperatifler, cinsel, sosyal, ırksal, siyasal ve dinsel ayırımcılık olmaksızın, hizmetlerinden yararlanabilecek ve ortaklığın sorumluluklarını kabule razı olan herkese açık, gönüllü kuruluşlardır.
2. Ortaklar tarafından gerçekleştirilen demokratik yönetim: Kooperatifler, politika oluşturma ve karar alma süreçlerine katılan ortaklarca yönetilen ve denetlenen demokratik kuruluşlardır. Seçilmiş temsilci olarak hizmet edenler, ortaklara karşı sorumludur. Birim kooperatif kuruluşlarında ortaklar eşit oy hakkına sahiptir (her ortağa bir oy hakkı). Diğer düzeydeki kooperatif kuruluşlarında ise oy hakkı, demokratik bir yaklaşımla düzenlenir.
3. Ortakların ekonomik katılımı: Ortaklar, kooperatiflerinin sermayesine adil bir şekilde katkıda bulunur ve bunu demokratik olarak yönetirler. Bu sermayenin en azından bir kısmı genellikle kooperatifin ortak mülkiyetidir. Çoğunlukla ortaklar, üyeliğin bir koşulu olarak taahhüt edildiği üzere (var ise) sermaye üzerinden kısıtlı miktarda gelir elde ederler. Ortaklar gelir fazlasını, muhtemelen “en azından bir kısmı taksim olunamaz kaynaklar” oluşturma yoluyla kooperatiflerini geliştirme, kooperatifle yapmış oldukları işlemlerle orantılı olarak ortaklarına kâr sağlama ve ortaklarca onaylanan diğer faaliyetlere destek olma gibi amaçların biri ya da tamamı için ayırırlar.
4. Özerklik ve bağımsızlık: Kooperatifler, özerk, kendi kendine yeten ve ortaklarınca yönetilen kuruluşlardır. Kooperatifler, hükümetler dâhil olmak üzere diğer kuruluşlarla bir anlaşmaya girmeleri ya da dış kaynaklar yoluyla sermayelerini arttırmaları durumunda, bunu kooperatiflerin özerkliğini sürdürecek ve ortaklarının demokratik yönetimini koruyacak şekilde gerçekleştirirler.
5. Eğitim, öğrenim ve bilgilendirme: Kooperatifler ortaklarına, seçilmiş temsilcilerine, yöneticilerine ve çalışanlarına kooperatiflerinin gelişimine etkin bir şekilde katkıda bulunabilmeleri için eğitim ve öğretim imkânı sağlar. Kooperatifler genel kamuoyunu -özellikle de gençleri ve kamuoyunu oluşturanları- işbirliğinin şekli ve yararları konusunda bilgilendirirler.
6. Kooperatifler arasında işbirliği: Kooperatifler, yerel, ulusal, bölgesel ve uluslararası oluşumlarla birlikte çalışarak ortaklarına daha etkin bir şekilde hizmet eder ve kooperatifçilik hareketini güçlendirir.
7. Topluma karşı sorumlu olma: Kooperatifler, ortaklarınca onaylanan politikalar aracılığıyla toplumlarının sürdürülebilir kalkınması için çalışırlar.
İlk Kooperatifler: Memleket Sandıkları
Türkiye’de kooperatifçiliğin tarihi Mithat Paşa’nın kurduğu “Memleket Sandıkları”na dayanıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun Rumeli topraklarında bulunan Şehirköy (Pirot) kasabasında, 1863 yılının Kasım ayında kurulan “Memleket Sandıkları”, Türk kooperatifçiliğinin ilk uygulaması olarak kabul edildi ve 1967 yılında da resmileşti. 1888 yılında Ziraat Bankası’nın kurulmasından sonra, İzmir’de kooperatif hareketi hız kazandı. 1900 yıllarında “köy bakkalları” kurulması girişimi, köy tüketim kooperatifçiliğinin gelişimiyle ilgili olması açısından büyük önem taşıyor. İzmir Valisi Kamil Paşa, köylüleri soyguncu tüccarların ve gezici esnafın elinden kurtarıp kendi kuvvetleri ve kaynaklarıyla, kendi ekonomik durumlarını koruyacak bir çare olarak, köylerde kooperatif bakkal kurmak için harekete geçti. 2. Meşrutiyet yıllarında kooperatifçilik konusu üzerinde ilk duran isimlerden biri de Ethem Nejat. Ethem Nejat, ılımlı bir koruyucu gümrük politikasını yansıtan ve kayıtsız şartsız serbestliği reddeden Osmanlı Ziraat ve Ticaret Gazetesi’nde kooperatifçilikle ilgili yazılar kaleme aldı. Ona göre, yalnız başına yapılan işlere kıyasla ortaklaşa yapılan işler daha yararlıydı ve sanayide, ziraatte ve ticarette gelişim ancak bir bütün içinde gerçekleşebilirdi.
Cumhuriyet Dönemi ve Atatürk
Cumhuriyetin ilân edilmesiyle birlikte kooperatif harekette hem hukuksal hem de düşünsel açıdan bir ilerleme olduğu görülüyor. Atatürk, kooperatifçiliği belli bir zaman aralığının sınırları içerisinde değil, yeni Türk Devletinin başına geçmesinden ölümüne kadar sürekli olarak ele almış. Cumhuriyetin ilk yıllarında nüfusun arttırılması, tarım politikaları açısından önemli bir yaklaşımdı. Tarımdaki üretim teknikleri de geliştirilmeye çalışıldı. Kredi kooperatiflerinin başlangıçta istenilen başarıyı elde edememesi, kooperatiflerin en zengin köylerden başlaması ve ekonomik konularda desteğin sağlanamamasından kaynaklanıyordu. Cumhuriyetin ilan edilmesine kadar, kooperatifçilikle ilgili olarak yasal anlamda bazı düzenlemelere yönelik çabalar bulunuyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından kısa bir süre önce, 27 Eylül 1920 tarihinde Kooperatif Şirketler Kanun Layihası meclise gönderildi ve 28 Aralık 1920 yılında da Genel Kurul gündemine alındı. Bu tasarıda Meclis başkanı olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün de imzası bulunuyor. Ancak tasarı ne yazık ki yürürlüğe giremedi.
“Tarım Ülkesi Olacağız”
Atatürk, köylünün her konuda bilinçlenmesini istiyordu. Yapmış olduğu bir konuşmada şunları söyledi: “Ben de çiftçi olduğumdan biliyorum. Makinesiz tarım olmaz, el emeği güçtür. Birleşirseniz birlikte makinalar alırsınız. Yılda yüz dönüm çalışır, on katını eker, yüz katını elde edersiniz, bir de toprağın sevdiği tohumu bulup ekmelidir. Yurdumuz, çiftçi ülkesi olmaya henüz hak kazanmıştır. Tarım ülkesi olacağız. Bu da ancak makinalı tarımla olur.” Atatürk’ün ekonomik konulara ağırlık verilmesiyle ilgili olarak söylediği şu sözler de son derece manidar: “Ticarete salim bir cereyan vermek için başka unsura istinat etmek zaruretindeyiz. Bu da ancak alım-satım kooperatifleri ile olabilir. Memleketi kooperatif şebekesinin ihata etmesi şayan-ı arzudur. Bu kooperatifler vücut buldukça dağınık bırakılmamalı, teşkilat altına alınmalıdır.”
Kooperatiflere Verilen Önem Artıyor
Türkiye’de kooperatifçiliğin gelişimine bakmaya devam edecek olursak, kooperatiflere yönelik özel düzenlemeler olarak 1923 yılında “İstihsal, Alım ve Satım Ortaklık Kooperatifleri Nizamnamesi” sonra da 1929 yılında “Zirai Kredi Kooperatifleri Kanunu” çıkarıldı. Ekonominin tarım ağırlıklı olması ve tarım sektörünün dünyadaki mali krizden etkilenmiş olması nedeniyle çiftçilere finansman sağlama ve tarım ürünlerini pazarlama konularında çalışmalar başlatıldı. Bunun sonucu olarak 1935 yılında 2834 Sayılı “Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri Hakkında Kanun” ve 2836 Sayılı “Tarım Kredi Kooperatifleri Kanunu” çıkarıldı. Kooperatifler Kanununun çıkarılmasına kadar (1969) geçen sürede kooperatifçilik Ticaret Kanunu hükümlerine göre yönetildi; tarım sektöründe ise özel kanunlarla kooperatifçilik faaliyetleri sürdürüldü.
1960’lı yıllara gelindiğinde, işsizlik başta olmak üzere ekonomik ve sosyal sorunlar artmış durumdaydı. Bununla birlikte ekonomik ve sosyal alanda planlama dönemine geçildi. Planlama döneminde kırsal alanda üretimi arttırmak, kentlerde istihdam oluşturmak amacıyla birtakım politikalar geliştirildi. 1956 yılında çıkarılan 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda “Ticaret Şirketleri” ile ilgili kısmın sonunda kooperatiflerle ilgili düzenlemelere yer verildi. 1960’tan sonra devletin kooperatifçiliğe verdiği önemin arttığını görüyoruz. Örneğin, 1961 Anayasasına ilk defa kooperatifçilikle ilgili hükümler konuldu. Bu gelişmelerin ardından 1969 yılında “Kooperatifler Kanunu” hayata geçirildi. Kooperatifler Kanununun yürürlüğe girmesiyle; tüketim kooperatifleri, kredi ve kefalet kooperatifleri, tarımsal amaçlı kooperatifler ve konut kooperatifleri sayısal olarak arttı ve yeni kooperatif türleri olarak; üretim kooperatifleri, temin tevzi kooperatifleri ile ulaştırma sektöründe faaliyet gösteren kooperatifler kuruldu. Tarım kredi kooperatifleri, pancar ekicileri kooperatifleri ve tarım satış kooperatif ve birlikleri yatırımlar yaparak sanayi tesisleri kurdu ve faaliyetlerin çeşitlenmesi nedeniyle kooperatiflere bağlı ticari ortaklıklar ortaya çıktı. Bu şekilde sağlanan ortaklık ve ticari ilişkiler günümüzde büyük işletmelere dönüştü. Dünyada son 30 yıl içerisinde, ekonomik ve sosyal yaşam ile kamu yönetimi anlayışındaki değişimlerin sonucu olarak devletlerin ekonomik ve sosyal alanda rollerini azaltmaya, idari, politik ve ekonomik yapıları serbestleştirmeye ve yerelleştirmeye, planlı ekonomiden piyasa ekonomisine geçmeye ve farklı ekonomik sektörlerin gelişimini dengelemeye doğru yöneldikleri bir süreç yaşandı. Söz konusu gelişmeler toplumun ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarına çözüm üretebilecek oluşumlara olan ihtiyacı ortaya çıkardı.
Kooperatifler gibi kendi kendine yardım eden ve kendi sorumluluklarını yüklenen ekonomik dayanışma örgütleri, gelişmiş birçok ülkede ortaya çıkan bu boşluğu büyük ölçüde dolduruyor. Bu açıdan, son dönemlerde uluslararası kuruluşlar ve bölgesel entegrasyonlar tarafından “Devletlerin Kooperatiflere Olan Yaklaşımları” konusunda yapılan çalışmalar da hız ve önem kazanıyor. Ekonomik ve mali istikrarın sağlanması, sosyal refahın artırılması için ülkemizde de kooperatifçiliğin ideal yönde geliştirilmesi bir gereklilik olarak görülüyor.