BigChefs markasının kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Gamze Cizreli, ülkemizin başarılı kadın girişimcilerinden. Kendisi başarılı ve cesaret veren bir kadın girişimci olmasının yanı sıra çok ses getiren ‘Toprağın Kadınlarından Sofralara’ projesiyle de ekmeğini topraktan kazanan Anadolu kadınlarının önündeki dezavantajları ortadan kaldırmaya odaklanan bir isim.
Gamze Cizreli’yle iş yaşamının kilometre taşlarından hedeflerine, kadın girişimciliğinin önemi ve ülkemizdeki durumundan geleceğin beslenme trendlerine kadar pek çok konuyu konuştuk.

Röportaj: Meltem Önder

GPD Gelişim: Bize kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz? Gamze Cizreli kimdir?
Gamze Cizreli: ODTÜ, İşletme bölümü mezunuyum. Aslen Diyarbakır’lıyım ama eğitim hayatımı Ankara’da geçirdim. BigChefs’i 2007 yılında Ankara’da kurdum. Bir kadın girişimci olarak bu alana yönelik çalışmalar yürütüyorum. Uluslararası Girişimciler Derneği (EO) Başkanlığı, Türkiye Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER) Yönetim Kurulu Üyeliği ve Turizm Restoran Yatırımcıları ve Gastronomi İşletmeleri Derneği (TURYİD) Başkan Yardımcılığı gibi unvanlarla, sivil toplum kuruluşlarında aktif biçimde görev alıyorum.

BigChefs fikrine kadar hangi yollardan geçtiniz? Bize iş yaşamınızın kilometre taşlarını anlatabilir misiniz?
ODTÜ’den 1991 yılında mezun olduktan hemen sonra savunma sanayinde çalışmaya başladım. Ardından yeme-içme dünyasına olan ilgim nedeniyle bu alanda ilerlemek istediğime karar verdim. O dönem için oldukça cesur bir adım atarak 2,5 senenin ardından savunma sanayindeki işimden ayrıldım. Eski ortağım ve aynı zamanda eski eşimle beraber yeme içme sektörüne girdim. Ankaralıların çok iyi bildiği Cafemiz, Kuki ve Quick China markalarını art arda kurduk. Yeme içme anlamında şehre çok önemli değerler kattık ve kendimiz de büyümeyi başardık. Sonrasındaki dönemde, tek başıma yoluma devam etme kararı alarak; sıfır öz kaynak, tamamen banka kredisi ve ileriye dönük borçlanma ile 2007 yılında BigChefs markasını kurdum. 2009 yılında İstanbul’daki ilk şubemiz, Saruhan Tan ortaklığıyla Etiler’de açıldı. 2014, Dubai’deki şubemizle yurtdışına açıldığımız yıl oldu. 2016 Eylül ayında uluslararası yatırım fonu Taxim Capital ile ortaklık kurduk. Bu yatırım sonrasında bir yıl içerisinde 12 şube açarak %40 büyüdük. Bugün Türkiye ve yurtdışında 60 şubemiz ve 2.500’den fazla çalışanımızla büyük bir aile haline geldik. Çok yakında Frankfurt’ta ve Bakü’de açacağımız şubelerimizle büyümeyi sürdüreceğiz.

İş yaşamında başarılı olmak için kendinize koyduğunuz öncelikli hedefler nelerdi?
Öncelikli hedefleri, her zaman hayallerim belirledi. BigChefs de benim hayalimdi. Süreç içerisinde pek çok zorlukla karşılaştığım dönemler olduysa da hiçbir zaman pes etmedim. Hayal ettiğim şeyi doğru olduğuna inandığım şekilde yaparak bugünlere geldim. Bir şeyi kafama koyduysam, önümde hangi engel olursa olsun, onu aşmaya bakarım. Hayat cesurları sever ve önlerine gerekli fırsatları çıkartır, diye düşünüyorum. Bir de hangi sektörde olursanız olun, başarının anahtarı, fark yaratmaktır. Gece yastığa başımı koyduğumda, “Bugün dünden farklı ne yaptım, dünün üzerine nasıl bir taş ekledim”i düşünürüm. Bu farkı ortaya koyabilmeniz için, işinizi severek ve aşkla yapmalısınız. Bu benim için başarılı olmanın ön koşuludur.

Bir röportajınızda Türkiye’de kadın girişimci olmanın zor olduğunu söylüyorsunuz ve hatta genel olarak girişimciliğin karanlık yüzünden bahsediyorsunuz. İş dünyasının önemli platformlarında defalarca “yılın kadın girişimcisi” seçilen bir isim olarak bu zorluklardan bahsedebilir misiniz?
Kadın girişimlerin desteklenmesi, kadınların iş hayatında yer alması ve iş hayatında erkeklerle eşit etkiye sahip olması anlamında hem dünyada hem de ülkemizde büyük eksiklikler var. Türkiye’de 80 milyonu aşkın nüfus içinde, işgücüne katılabilecek yaştaki 30,1 milyon kadının yalnızca 8,9 milyonu çalışıyor. Kadınlarda işgücüne katılım oranlarımız, yüzde 60’lar seviyesindeki OECD ortalamalarının yarısı civarında. Benzer bir tabloyu girişimcilik alanında da görüyoruz. 2017 yılı verilerine göre, tüm dünyada start-up ekosisteminde kadın girişimcilerin oranı yüzde 17 civarında. Türkiye’de bu oran yüzde 8,8. Bir başka deyişle Türkiye’de yalnızca 119 bin kadın girişimcimiz var. Kazanç konusu, bir diğer önemli nokta. Türkiye’de kadınlar erkeklerden yüzde 20 daha az kazanıyor.

Bir kadın girişimci olmak, her anlamda zor. Kültürel kodlarımız, kadınlara yüklenen görevler, önceden belirlenmiş davranış biçimleri var. Ancak bugün benim 10 sene önce yola çıktığım koşullara göre daha umut dolu bir tablo söz konusu. Kadınların farkındalığı daha yüksek. Kendilerini geliştirmeye yönelik yaklaşımları daha net. Daha cesurlar. Üstelik kadınlar yapıları gereği de erkeklere göre daha mücadeleci ve korkusuzlar. Üstelik artık finansal araçlar da önceki yıllara göre çok daha çeşitli ve erişilebilir. Kredi garanti fonları, melek yatırımcılık, iş geliştirme merkezleri ve benzeri pek çok kavram hayatımızda yer alıyor. Kadınların bunlardan faydalanma imkanı daha yüksek. Kadın girişimciliği anlamında, mevcut sorunlara işaret etme sorumluluğum kadar, yeni imkanları hatırlatmayı da görev biliyorum.

‘Toprağın Kadınlarından Sofralara’ projesi, yerel kadın üreticilerin ekonomik ve sosyal kalkınmalarına destek olan, çok kıymetli ve anlamlı bir proje. Sadece BigChefs için değil, ülkemizin kadınları ve kadın üreticileri için… Proje fikri nasıl ortaya çıktı?
Kadın girişimciliği, üzerine uzun yıllardır kafa yorduğum ve farklı platformlarda aktif olarak çalıştığım bir alan. Bununla birlikte global trendlere baktığınızda da yerel üretimin korunması, gastronomide yerel ürünlerin kullanılması, misafirlere ne şekilde ve nerede üretildiği belli olan sağlıklı yiyeceklerin sunulması, giderek daha fazla önem kazanıyor. Bu iki alanı bir araya getirerek, ‘Toprağın Kadınlarından Sofralara’ projemizi kurguladık. 2018 yılında yola çıktık. Proje kapsamında, BigChefs olarak tedarikimizin bir kısmını yerel kadın üreticilerden elde ediyoruz. Bu şekilde, ekmeğini topraktan kazanan Anadolu kadınlarının önündeki dezavantajları ortadan kaldırmaya odaklanıyoruz.

Toprağın Kadınlarından Sofralara projesinin bugün geldiği noktadan ve projeyle ilgili gelecek vizyonunuzdan bahsedebilir misiniz?
Projeye 14 kadın üreticiyle başladık, bugün 30 kadın tedarikçimiz bulunuyor. Amasya’dan Polatlı’ya, Kaz Dağları’ndan Antakya’ya kadar pek çok kadın üreticimiz var. Bal, keçi peyniri, nohut, pirinç, enginar, kuşkonmaz gibi ürünlerimizi onlardan alıyoruz. Son olarak Hakkâri, Çukurca’daki kadın üreticilerden tahin almaya başladık.
Kadınlarımız, ürettiği ürünün alım garantisi olduğu için işlerini büyütme ve geliştirme imkanı yakalıyorlar. Örneğin, Muğla’nın Yeşilçam köyünde bizim için kuşkonmaz üreten üreticimiz, 10 dönümle başladığı işini BigChefs projesi sonrası 50 dönüme kadar genişletti.
Bu şekilde kadınlarımızı ekonomik ve sosyal özgürlüklerini kazanmaları yolunda desteklerken, misafirlerimize geleneksel şekilde üretilmiş özgün, sağlıklı ve lezzetli malzemelerle hazırladığımız yemeklerimizi sunma imkânımız da oluyor.

Ayrıca, lojistiği, tedariği ve maliyeti kurumsal markalara göre çok daha zor olmasına rağmen, kadın üreticilerle çalışmayı seçerek, sektörde farkındalık seviyesini arttırmayı ve “Tarladan Sofraya” kavramının, bir iş modeli olarak uygulanabilir olduğunu göstermek istiyoruz.

Projemizle bir diğer hedefimiz de bireysel kadın üreticilerin kooperatifleşerek, birlikte daha güçlü adımlarla ilerlemelerine destek olabilmek.
Bu projemizi geçtiğimiz ay Tunus’ta, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından gerçekleştirilen panelde de anlattık. Projemizin dünyanın dört bir yanından gelen katılımcılar tarafından büyük bir ilgiyle karşılanması, doğru bir yolda yürüdüğümüzü bize bir kez daha göstermiş oldu. Gelecekte de projemizin kapsamını geliştirmeyi sürdüreceğiz.

Girişimci kadınlara önerileriniz nelerdir?
Cesur olmaları, çok önemli. Kafalarına koyduklarını hayata geçirebileceklerine inansınlar. Bir fikre, bir işe tutkuyla bağlanmaktan korkmasınlar. Bununla birlikte günümüzde devlet ve özel sektör tarafından sunulan imkanları, araçları çok iyi araştırsınlar. Bugün iyi bir fikri olan, cesur bir girişimcinin sermaye bulabilmesi ve ilk adımı atabilmesi için pek çok destek ve teşvik söz konusu. Parayı iyi yönetmeyi öğrenmeliler! Ve girişimde bulundukları işe fazlasıyla odaklanmak, başarı için olmazsa olmaz.

Ülkemizde yeme-içme sektörünün geleceğini nasıl görüyorsunuz? Anadolu’daki potansiyel hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Türkiye’de yeme-içme sektörü dönem dönem piyasa koşulları, maliyetler, düşük faizler gibi sorunlarla başa çıkmak zorunda kalsa da genel olarak dışarıda yeme kültürünün gelişmesiyle birlikte büyümesine devam ediyor. Elbette daha gidecek çok yolumuz var. Bugün baktığınızda ABD, İngiltere, İtalya gibi ülkelerde yeme-içmenin kişi başına gayrisafi milli hasıla içindeki payı yüzde 4, yüzde 5’ler seviyesinde. İspanya’da bu oran yüzde 6’nın üzerine çıkıyor. Türkiye’de ise yüzde 2 bile değil. Bu kültür geliştikçe, sektördeki yaratıcı ve cesur kişiler yeni ve değer yaratan girişimlere can verdikçe, sektörümüzün geneli de büyüyecek ve gelişecek.
Ben gastroekonomi ismini verdiğimiz bu sektörün, Türkiye’nin ekonomik büyümesinde bir jeneratör görevi görebileceğine inanıyorum. Yaşadığımız coğrafya açısından çok şanslıyız. 10 bin yıl öncesine dayanan zengin bir tarım ve üretim birikimimiz var. Yemek alanındaki nispeten tutucu tavrımızı aşıp, dünya çapında ses getirecek adımlar atabileceğimizi düşünüyorum.

Sağlıklı beslenme, iyi yaşam, wellness trendleri dünyada olduğu gibi ülkemizde de her geçen gün yükseliyor. Geleceğin yeme-içme trendleri neler olacak?
Evet, geleceğin yeme-içme trendleri içerisinde bunların tümü yer alıyor. Sağlıklı beslenme son derece önemli bir konu; artık trend olmanın ötesine geçip, yeme-içme alışkanlıklarımızı temelden değişime uğratacak bir kavram haline geldiğini söyleyebiliriz. Mayıs ayında Milano’da gerçekleştirilen MAPIC Food’da konuşmacı olarak bir panele katıldım. Buradaki katılımcıların da altını kalın çizgilerle çizdiği başlıca konulardan biriydi. Biz de menülerimize daha sağlıklı yiyecekler eklemek için başlattığımız çalışmaları hızlandırarak sürdüreceğiz.
Bununla birlikte, çevresel faktörler yeme-içme dünyasının da çehresini değiştiriyor. Daha az karbon salınımı ve daha az atık üreten üretim yöntemleri giderek standart halini alıyor. Misafirler bile israfı engellemek için daha küçük porsiyonlar talep etmeye başladı. Bu da israfa duyarlı hizmet politikalarını getiriyor.

Nüfus artarken, dünyamızın kaynakları giderek azalıyor. Bu da yeme-içme biçimlerimize yansıyor. Örneğin et yerine, laboratuvar ortamında üretilen protein temelli yiyeceklerin sofralarımıza geleceği dönemler, çok ileride değil diye düşünüyorum. Giderek yükselen veganlık trendiyle de birleştiğinde bu konu daha da hızlı gündeme gelebilir.
Yereli globale bağlayan, unutulmaya yüz tutmuş değerleri günümüze taşıyan çabalar da tüketiciler tarafından giderek daha çok takdir ediliyor. Bizler bu alanda adeta birer define avcısı gibi Türkiye’nin dört bir yanına gidiyoruz. Daha çeşitli, daha besleyici, çevreye ve sosyal olgulara daha duyarlı yiyecekler, gelecekte tabaklarımızın içeriğini belirleyecek.