İngilizce “resilience” kavramının karşılığı olarak psikoloji literatüründe, psikolojik sağlamlık, dayanıklılık, yılmazlık ya da kendini toparlama gücü gibi kavramlar kullanılıyor. Temel olarak bireyin esnek olmasını, zorluklar karşısında güçlü kalabilmesini ve yaşanan sarsıntıdan sonra toparlanabilmesini ifade eden psikolojik sağlamlığı Tayfun Doğan, çocukların oynadığı hacıyatmazlara benzetiyor. “Hacıyatmazlar sallanır ancak devrilmezler” diyen Tayfun Doğan’a göre iyi ve anlamlı bir yaşam ve iş için yapılabilecek çok şey var. Daha iyi bir iş ve çalışma yaşamı ise imkânsız değil.

Röportaj: Bikem Ögünç

Üsküdar Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde Öğretim Üyesi olan Doç. Dr. Tayfun Doğan, pozitif psikoloji alanında çalışmalar yapıyor. Bu alanın ülkemizde gelişmesi ve tanınması için uğraşan, bu konuda seminer ve konferanslar veren Tayfun Doğan ile “resilience-dayanıklılık” kavramını yani psikolojik sağlamlığı arttırmanın yollarını konuştuk.

Psikolojide “resilience” nedir?
Yaşamda pek çok olumsuzlukla karşılaşabiliyoruz. Travmalar, kazalar, kayıplar, iflaslar ya da doğal afetler gibi olumsuzluklar… Bunlara karşı tepkilerimize baktığımızda, genel olarak üç tür tepki verildiğini görüyoruz. Kişi, yaşanan bu travmatik ya da olumsuz olaya yenik düşüp travma sonrası stres bozukluğu adını verdiğimiz ruh sağlığı bozukluğunu yaşayabiliyor. Yaşadığı olumsuz olaydan sonra daha da güçlenebiliyor ki buna da travma sonrası gelişim adını veriyoruz. Üçüncü tepki şekli ise kişinin travmatik deneyimi yaşadıktan sonra kısa sürede toparlanabilmesi. İşte buna “psikolojik sağlamlık” adını veriyoruz. İngilizce “resilience” kavramının karşılığı olarak Türkçe literatürde, psikolojik sağlamlık, dayanıklılık, yılmazlık ya da kendini toparlama gücü gibi kavramları kullanıyoruz. Temel olarak, bireyin esnek olmasını, zorluklar karşısında güçlü kalabilmesini ve yaşanan sarsıntıdan sonra toparlanabilmesini ifade ediyor. Psikolojik sağlamlığı biraz çocukların oynadığı hacıyatmazlara benzetiyorum. Bilirsiniz, hacıyatmazlar sallanır ancak devrilmezler, tekrar doğrulurlar.

Sürekli kazanma baskısı altındaki bireyler, baş etmesi zor sosyal ve ekonomik beklentilerle yüz yüze kalıyorlar ve sonuçta kaygıya yenik düşüyorlar. Anksiyete ile başa çıkma yöntemi olarak zayıf yanları geliştirecek atölyeler, seminerler, danışmanlıklar ve bireysel gelişim kitapları öne çıkıyor tabi ama neler yapmamız gerektiği ile ilgili birçok bilgiye de maruz kalıyoruz. Bu bilgilerin doğruluğu ya da yanlışlığı da tartışılır… Peki, doğru olduğu söylenen şeylerin yapılıyor olmasına rağmen insanlar, çalışanlar neden hala gelecek hakkında kaygılılar?
Çalışma yaşamına atfedilen değerle ilgili farklı görüşler bulunuyor. Çalışmak kimilerine göre en büyük erdemlerden birisi olarak görülürken, kimilerine göre ise abartılmış bir erdem olarak nitelendiriliyor. Hayatımızın çok büyük bir bölümünü çalışma yaşamımız oluşturuyor ve çalışmanın yaşam kalitemiz ve ruh sağlığımız açısından önemi büyük. İş hayatımız yalnızca ekonomik ihtiyaçlarımızı karşılamıyor. Çalışmanın pek çok başka işlevleri de bulunuyor. Bir defa çalışıyor olmak, kendimizi işe yarar ve değerli hissettiriyor. Bu da öz-saygımızı yükseltiyor ve hem daha mutlu olmamıza hem de daha az depresif ve kaygılı hissetmemize yardımcı oluyor. Bunun dışında çalışma yaşamımız sosyalleşmemize de katkı sağlıyor. Ancak çalışırken çok önemli olan ve son yıllarda pozitif psikolojide araştırılan bir konu var: İşin anlamlılığı. Yani bir kişi yaptığı işi anlamlı buluyorsa bu ruh sağlığına önemli düzeyde katkı sağlıyor ve sizin sorduğunuz işin getirdiği kaygı ve sıkıntıları daha iyi göğüslemesine ve bunlarla etkili bir şekilde baş edebilmesine yardımcı oluyor. İşin anlamlı olmasıyla ilgili olarak hem işverene hem de çalışana önemli görevler düşüyor. Çalışanın özlük haklarının verilmesi bu noktada önemli… İş yerinde örgütsel adaletin sağlanması, mobbing’e (psikolojik yıldırma) karşı önlemlerin alınmış olması, çalışma saatlerinin insani limitler içerisinde olması gibi pek çok etken işi anlamlı bulmayı ve iş doyumunu etkiliyor. Çalışanın kendisi açısından baktığımızda ise kişinin sevdiği, yetenek ve ilgilerine uygun bir işi seçmesi pek çok şeyi kolaylaştıracaktır. Sanırım en talihli kişi, sevdiği işi yapan kişidir.

Psikolojik sağlamlığı sağlayan unsurlar nelerdir ve arttırılması için bireysel olarak neler yapılabilir?
Psikolojik sağlamlıkla ilgili çalışmalarda daha çok, psikolojik sağlamlık düzeyi yüksek insanların özellikleri araştırılmış. Bu araştırma sonuçlarına göre, psikolojik sağlamlık düzeyi yüksek bireyler; öz-saygı düzeyleri yüksek, içten denetimli, zeki, sorun çözmede becerikli, iyimser, esnek, mizah anlayışları yüksek, kolay iletişim kurabilen, sosyal destek düzeyleri yüksek, sosyo-ekonomik açıdan daha iyi durumda ve dini inançları güçlü bireylerdir. Bu bireyler öz kaynaklarını ve güçlü özelliklerini kullanma konusunda daha yetkindirler. Psikolojik sağlamlık düzeyi düşük olan ya da risk grubunda olan bireyler ise; yoksul, aile ilişkileri olumsuz olan, ebeveynlerinin eğitim düzeyi düşük olan, zekâ seviyeleri daha düşük olan, madde kullanımı olan, kronik ya da ruhsal bir sağlık sorunu olan ve kalabalık ailede büyüyen bireylerdir.

Psikolojik sağlamlık -genetik yönleri de olsa da- büyük oranda geliştirilebilecek özellikler bütünüdür. Bireyin yaşam şartlarının iyileştirilmesine ek olarak öz-saygı, umut, affedicilik, iyimserlik ve sosyal beceri gibi psikolojik özelliklerinin geliştirilmesi, psikolojik sağlamlık düzeylerini arttıracaktır. Bununla ilgili olarak pozitif psikoloji müdahalelerinin yüz güldürücü sonuçlar verdiğini gözlemliyoruz

Pozitif düşünce ve psikolojik sağlamlık eğitiminden söz eder misiniz? Şirket başarısında bu tarz eğitimlerin ne gibi etkisi olabiliyor?
Psikolojik sağlamlık düzeyi yüksek bireyler aslında mutluluk düzeyi de yüksek bireylerdir, diyebiliriz. Mutlu, işini anlamlı bulan ve iş doyum düzeyi yüksek bir çalışan daha verimli ve üretken olacaktır. Pek çok bilimsel araştırma sonucu bize bunu gösteriyor. Yani iş yerinde mutlu olan bir birey, çalışma arkadaşlarıyla daha iyi ilişkiler kuracak, daha üretken ve yaratıcı olacaktır. Hatta mutlu çalışanların yıl içerisinde hastalık ya da başka nedenlerle işe gitmeme süresi, mutlu olmayan bireylere göre çok çok düşük. Bu noktada çalışanın mutlu olması ve iş doyumunun yüksek olması hem bireysel anlamda kendisi için hem de çalıştığı kurum için büyük avantaj oluyor. Bu noktada kurumlarda çalışanların mental iyi oluş düzeylerini ve psikolojik sağlamlıklarını arttırma adına eğitim ve seminer programları yapabiliyoruz. Bu programlarda bireylerin sosyal ve duygusal zekâ düzeylerini, umut seviyelerini, iyimserliklerini, öz-saygı ve özgüvenlerini geliştirmeye yönelik çalışmalar yapabiliyoruz. Bunların dışında çalışanların yaşamda bir anlam ve amaç bulmalarına yönelik çalışmalar da yapılabiliyor. Ayrıca işverenlere ya da üst düzey yöneticilere yönelik olarak örgütsel adalet, işe bağlılık, örgütsel özdeşleşme ya da örgütlerde psikolojik rahatlık gibi konularda eğitimler verilebiliyor. Bu tür eğitimler kurumların daha mutlu ve verimli ortamlar olmasına yardımcı oluyor.

İş hayatındaki hızlı değişimler ve yüksek rekabet ortamının getirdiği hedef baskısı nedeni ile bireyler, takımlar ve organizasyonlar pozitif enerjilerini tüketebiliyor. Şirket yöneticilerine ne gibi tavsiyelerde bulunuyorsunuz?
Yöneticilerin kurumda ilk olarak örgütsel adaleti sağlamaları gerekiyor. Yani bir kurumda çalışan kişi, “Burada bana haksızlık yapılmaz, yapılsa bile yöneticilerim buna izin vermez” düşüncesine ve inancına sahip olursa hem kuruma bağlılığı hem aidiyeti hem de verimliliği artacaktır. Güvende hissetmek çok önemlidir. Çalışan pek çok açıdan kendisini güvende hissetmelidir. Yönetici bunu hissettirmelidir. Ancak bunu sadece sözel olarak değil, davranış ve uygulamalarıyla göstermelidir. Bunun dışında kurumda olabildiğince demokratik bir ortam oluşturulmalı ve çalışanların fikirleri alınmalıdır. Bu da bireylerin kurum aidiyetini arttırıyor ve kendilerini değerli hissetmelerini sağlıyor. Aslında kısaca çalışan, kendisine değer verildiğini hissettiği zaman çalışmaya olan tutkusu artıyor, işini daha anlamlı buluyor ve iş yerindeki çatışmalar da azalıyor.

Pozitif duygu ve düşüncelere sahip olmanın bireysel, kurumsal ya da toplumsal açıdan avantajları nelerdir? Mutluluk bir avantaj mıdır?
Araştırma sonuçları, mutlu bireylerin mutlu olmayanlara göre daha başarılı, özgüvenleri daha yüksek, daha yaratıcı ve üretken, iş yaşamında daha başarılı ve gelir düzeyleri daha yüksek bireyler olduğunu gösteriyor. Kişilerarası ilişkiler bağlamında ise mutlu insanlar sosyal ilişkilerinde daha iyi, daha çok arkadaşa sahip, sosyal destekleri daha yüksek, evlilikleri daha uzun süreli ve tatmin edici, daha çekici, evlilik ya da romantik ilişkilerde daha çok tercih edilen ve diğer insanlara karşı daha yardımsever bireyler olarak karşımıza çıkıyor.

Mutlu ve mutsuz insanları sağlık açısından karşılaştırdığımızda da mutlular lehine çok önemli avantajlardan bahsedebiliriz. Örneğin mutlu insanlar daha sağlıklıdır, bağışıklık sistemleri daha güçlüdür, daha az ağrı yaşarlar, daha düşük stres düzeyine sahiptirler, hastalandıklarında daha çabuk iyileşirler. Bunlara ek olarak, en ilginç araştırma bulgularından biri de mutlu insanların daha uzun yaşamaları. Bu konuda yapılan kapsamlı araştırmalar, mutlu insanların yaşam süresinin daha uzun olduğunu ortaya koyuyor.

Mutluluğun bireye sağladığı faydalar bunlarla da sınırlı değil. Örneğin mutlu insanlar, riskli davranışlara daha az giriyor. Yani daha güvenli cinsel yaşamı tercih ediyorlar, araba kullanırken emniyet kemerini takıyorlar vb. Ayrıca mutlu bireyler, mutlu olmayanlara göre daha yüksek gelir düzeyine sahip ve finansal olarak sorumluluk düzeyleri daha yüksek; yani kontrolsüz harcamalar yapmazlar ya da zorda kalmadıkça borçlanmazlar.

Toplumsal açıdan baktığımızda ise mutlu insanlar daha az saldırgandır ve diğer insanlara zarar vermezler. Etkileşimde bulundukları insanlara zarar vermek bir yana onların mutluluğuna ya da psikolojik iyi oluşlarına da katkı sağlarlar. Hatta bir yüksek lisans öğrencimle en son yaptığımız tez araştırmasında, mutluluk ile saldırganlık ve merhamet arasındaki ilişkiyi inceledik. Araştırma sonucuna göre katılımcıların mutluluk düzeyi arttıkça, saldırganlık düzeylerinin düştüğünü gördük. Yine mutluluk düzeyleri arttıkça merhamet düzeylerinin de yükseldiği sonucuna ulaştık. Bu sonuçların önemli olduğunu düşünüyorum. Zaten mutlulukla ilgili yapılan başka araştırmalarda da mutlu bireylerin daha çok pro-sosyal (olumlu) davranışlarda bulunduklarına yönelik bulgular söz konusu.

İyi ve anlamlı bir yaşam ve iş için yapılabilecek çok şey var. Pozitif psikoloji alanı bu konuda öncü çalışmalar yapıyor. Daha iyi bir iş ve çalışma yaşamı imkânsız değil. İnsanların işlerini anlamlı bulduğu, gerilim ve sıkıntıların az olduğu iş ortamlarını geliştirmek de artık o kadar zor değil. Bu konuda elimizde yeterli bilimsel birikim var. Herkese mutlu ve anlamlı bir yaşam diliyorum.